Pazartesi, Haziran 26, 2006

haksız mıyım ama...

Tarih kokan daracık sokaklarında güzel köyümün, arabayla gezelim diyenlerdenseniz gelmeyin. Hele birde arka camdan kolunuzu uzatıp fotoğraf çekmeye çalışanlardansanız sakın gelmeyin.

Çalınan çiçek tutar inancıyla gözümüz gibi koruduğumuz emeklerimize el atanlardansanız gelmeyin.

Atıklarınızı sokaklarımıza savuracaksanız hele hiç gelmeyin.

Çok mu ağır oldu? Çok mu kaba? Yaşadıklarımızı yaşasanız hak vereceğinize eminim...

Çarşamba, Haziran 21, 2006

Tarihi Cadde Canlanıyor - da ne demek canlandı bile...

40-50 sene öncesine kadar faaliyet içinde olan fakat deniz kıyısına başlayan göç ile aktivitesini yitiren Eski Datça Çarşı'sı eski günlerine geri dönüyor... Girişte bilinen köy kahvesi, biraz ileride Datça Sofrası, sağ çaprazda El Sanatları Atölyemiz, hemen yanında Antik cafe-barımız, tam karşımızda Eski Datça Evleri, biraz ötede Dükkan, ona gelmeden Danışmanlık bürosu ve pansiyon evleri... geçen sene gelenler şaşırdınız mı yoksa ! "Hadi canım bu kadar şey bir yılda nasıl oldu?" diye. Valla oldu billa oldu, biz de anlayamadık nasıl oldu. Ama çok güzel oldu... Çiçeklerle bezendi Çarşı Sokağı Eski Datça'nın. Eh böceklerde var tabi...

ANTİK CAFE-BAR AÇILIŞ KOKTEYLİ


Alçakgönülülük falan yapmayacağım yaptırmayacağım. Açılış kokteylimiz harika idi. Hayır mükemmeldi... Bizleri, bizler için çok önemli olan günümüzde yalnız bırakmayan herkese yüreklerimizden kocaman teşekkürler...




İŞTE BİZİM GÜZEL Mİ GÜZEL GÜMÜŞ ATÖLYEMİZ


Cuma, Haziran 02, 2006

mini mini bir kuş konmuştu...


Hayattaki ilk deneyimiydi. Başarabileceğini sanmıştı ama yapacak gücü yoktu...
Şaşırdı ne yapacağını bilemeden uzun bir süre öylece kalakaldı... Hayır kıpırdayamayacaktı. Yapamayacaktı. Etrafında ona zarar vermek isteyenlerin farkında olan anne endişe içinde ordan oraya gidip geliyordu... Bağırıyordu bir yandan "yapabilirsin". Hava karardıkça çocuğu için daha çok korkuyordu. Ne yapabilirdi ki ancak çocuğu yapabilirdi. Yapmalıydı. Gitti. Artık işine karışmıyor, kararı ona bırakmıştı. Ve tabiat anaya. Bu sırada devreye insanoğlu girdi. Bu sefer zarar vermek değil, korumak içgüdüsüyle. Doğanın dengesine karışmanın ne derece doğru olduğunu sorgularken gene kendi istediğini yaptı. Herşeye olduğu gibi gene tabiat ananın işine karıştı. Ellerine yavru alagargayı aldığında ikisininde kalbi heyecandan pır pır atıyordu. Alagarga asıl şimdi korkmalıydı, doğaya en çok zararı verenlerin ellerindeydi. İnsanoğlunun korumasında bir gece geçiren alagarga ertesi sabah gene aynı ellerle doğaya, onu bekleyen annesine bırakıldı. Şaşkınlık içinde yavrusuna kavuşan anne ve yavru alagarga artık mekanımıza uğramadan, bizlere selam vermeden uçmuyorlar gökyüzünde...

Yazıyı okurken neler geçirdiniz aklınızdan???
Bu zamana kadar başardıklarınız ve başaramadıklarınız mı?
Çocuklarınıza ne kadar çok karıştığınızı mı?
Ebeveynlerinizden gördüğünüz destekler mi?
Çevrenizden uzanan yardım elleri mi?