Pazartesi, Aralık 31, 2007

yeni yıl yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun....

Geçtiğimiz sene içerisinde neler olduğunu, kaybettiğimiz değerleri, yaşanan trajikomik siyasi olayları, polemikleri, depremleri, son belirlenen asgari ücretle krallar gibi yaşaması bekleyen halkımızı vs.. vs.. zaten televizyon ve gazetelerde bol bol izliyorsunuz... Aslında iyi olduğunu düşünüyorum bu tip hatırlatmaların...Bazen nasıl unutmuş olduğumuza şaşırıyoruz...

PEKİ 2007'DE BİZDE NELER OLDU? HADİ HATIRLAYALIM

Kendi zeytinimizi ve peynirimizi yeme keyfi yanısıra sakin, sessiz ve üretimle dolu girdik biz 2007 yılına... Geç saatlere kadar çalıştık, çalıştık.

Bahar ayında ipekböcekçiliğine ilk adımı attık. Bursa Koza Birlik'ten gelen böcek larvalarını, büyüttük, besledik ve ip elde ettik. Evet, peynir, zeytin de birşey mi, ipeğimiz oldu bu yıl. Henüz donanamadıysakda 2008 yılı planlarında büyük yer kaplıyor ipek ürünler.

Güzel fakat fazlasıyla sıcak ve Mengenli Habibe'nin yemekleriyle fazlasıyla leziz bir yaz geçirdik Antik Cafe-Bar'da...

El Sanatları Atölyemizi ziyaret eden güzel insanlarla da tanıştık, sanattan ve kültürümüzden bihaber insanlarla da...

Küresel ısınmayı nihayet insanlar ağızlarına almaya başladılar amma velakin biz bazılarına hala anlatamadık enerji kaynaklarımızın tüketiminin önemini... Yılmadık bu savaş 2008 yılı hedeflerimizde vardır ve her zaman var olacaktır. Biz, bahçemizin bir kısmını sebze yıkarken biriktirdiğimiz sularla sulamaya devam ettik, her zaman olacağı gibi...

Hasret oldu, dostlar geldi gitti, bayraklar asıldı, üzüldük, yağışlar bol oldu, sevindik, sümüklüböcek yedik, gittik, geldik.

Dokuma ve ipekböcekçiliği ile ilgili yaptığımız gezilerde güzel dostlar edindik, değerli insanlarla tanıştık. Bu değerli insan sözünün geçme sebebi kelimeyi sevmekten ötürü değil, kasdettiği anlamındandır. Değerli ile anlatılmak isteen "laf değil iş üretenler"dir.

2008 ise bizim için daha farklı bir yenilikle, büyük bir heyecanla başlıyor... Bu gelişmeleri zaman içinde sizlerle paylaşmaya devam edeceğiz...

2008 yılında da birlikte olabilmek dileğiyle, tüm takipçilerimize huzurlu ve üretken bir yıl diliyoruz...

Salı, Aralık 18, 2007

Hedeflediğimiz yolda yürümemize destek veren değerli hocalarımız

Yaşamınız boyunca karşınıza bazı insanlar çıkar, kimileri kötü, kimileri iyi yönde etkileyebilir sizi ve hayatınızı... Bazen seneler sonra farkedersiniz yaptığınızın veya yapmadığınızın doğru mu yanlış mı olduğunu. Bazı insanların yaptıkları temelsiz gösterilerden ibaret iken, bazılarının ki kök salar insanlığa. İki değerli insandan bahsetmek için hatırlatmak gereği duydum zaman zaman unuttuğumuz bu gerçekleri...


Bizim karşımıza çıkan bu insanlardan , Fuat Hoca sayesinde farkettik ipekböcekçiliğinin önemini. Diğer hocamız Koray Dağcı ise yıllarının birikimini bizimle paylaştı dokumaya ilişkin. Yaptıklarından feyz alarak, dinledik sözlerini ve ne kadar teşekkür etsek azdır bize ayırdıkları zaman ve sağlıklı bilgi paylaşımları için.



















1843 yılında İzmit'te kurulan HEREKE FABRİKA-İ HÜMAYÜNU'nde saraylara ipek halı yanısıra ipek kumaş üretimi yapılmakta idi. Fabrikada üretilen ipek halılar fuarlarda ödüller alarak HEREKE'nin marka olmasını sağladığından, Hereke dediğimiz zaman birçoğumuzun aklına "Hereke halı"'ları gelir.
Yukarıdaki fotoğraflarda; Hereke'deki tezgahların seneler sonra Klasik Osmanlı Saray modellerinin üretimine devam edildiğini görmektesiniz. 150 yıl önce saraylara ilk dokumayı yapan dokuma tezgahları, iki yıl öncesine kadar Hereke de iken, şimdi İstanbul'da Yıldız Şale Köşk'ünün özel bir bölümünde aktif haldedir. Geçmişi geleceğe taşıyan atölye Sayın hocamız Koray Dağcı ve ekibi ile yaşamaktadır. Bu işin ne kadar büyük bir emek ve gayret gerektirdiğini, işin için girince anlayan bizler, bu başarılarından dolayı onları kutluyoruz.




150 yıllık tezgahları görme ve dokunma onuruna erişmemize vesile olan, bize dokuma hususunda engin bilgilerini açan Sayın Hocamıza bir kez daha teşekkür eder, kaybetmememiz gereken kültürel değerlerimizi ayakta tutabilmek adına çalışan, emeğini, gönlünü koyan herkesin yılmadan savaşa devam etmelerini dileriz...


BU SERGİYİ KAÇIRMAYIN



Geçtiğimiz hafta; Gönül Paksoy'un sergisinde idik...
Tek kelime ile muhteşemdi. Bu sergiye katılmak bana, takının insan varolduğundan beri değişik amaçlarla hayatlarının büyük bir yerini kapsadığını bir kez daha hatırlattı. Her eserde büyük bir keyif aldım.

"Koleksiyondan Kreasyona Boncuk” ve “Trajectories” diye iki ayrı sergi var. 23 Şubat'a kadar devam edecek,
İstanbulda iseniz mutlaka gidin derim.
"Aman yeri ters, çok uzak vs " demeyin. GİDİN.


Yer : KADİR HAS ÜNİVERSİTESİ-REZAN HAS MÜZESİ Tarih :22 Kasım 2007-23 Şubat 2008

Çarşamba, Kasım 14, 2007

Son adımlar...

Uzun süredir sitemizle ilgilenemiyorum. Sanmayın ki haberler bitti. Sezonun bitmesiyle ipek dokuma çalışmalarımıza ağırlık vermemiz, aybaşında 3 günlük araştırma gezisi yapmamız ve gelirgelmez başlayıp, gece geç saatlere kadar süren çalışmalar nedeniyle oldukça yoğunuz.... Ve de yorgunuz. Tüm çalışmalar dün tamamlandı ve sonuç yorgunluğumuza değdi. İlk ipek dokuma ürünümüzü elimize almanın mutluluğu içindeyiz. Az sonra....


Önce yaptığımız geziyi sizlerle paylaşmak istiyorum.
Gittiğimiz yerlerden biri Tire idi...
Eski istasyon binası Belediye tarafından
El Sanatları Atölyesine dönüştürülmüş
ve şu anda resim ve dokuma atölyesi
olarak kullanılmakta. Tire'de tek kalmış olan
Saim Bayrı'nın dokuma tezgahını,öğrencisi
Ethem arkadaşımız devam ettirmeye çalışıyor.






Eski tren garının bu şekilde değerlendirilerek
korunması güzeldi de tarihi hamamı yıkık dökük, bir çöp istasyonu halinde görmek acıttı içimizi... Soru işaretlerinin uçuşmaması kaçınılmaz tabiki... Sokaklar hemen her yerdeki gibi pis ise de, farklı renklere boyanmış yanyana cumbalı eski evleri çok güzeldi Tire'nin. Kendimi Karagöz ve Hacivatın sahnesinde gibi hissettim. Sanki pencereden bir kafa uzanıp "Bre Hacivatım bunlar kim böyle" diyecekmiş gibi geldi.



Gittiğimiz yerlerden biri Birgi idi. Bu kadar temiz,düzenli, doğal doku korunmuş, bir o kadar üreten,çalışan,yaşayan bir kasaba daha görmemiştik şimdiye kadar. Belediye Başkanları Muhittin Cumhur ŞENER'i tebrik ediyorum ve umuyoruz bu şekilde devam edebilirler. Aman dikkat! Dışarıdan yerleşime fazla kapılıp evlerinizi öyle herkese satmayın. Aman ha dikkat!
Yoksa neler olur biliyor mususuz? Evlerinizin altında olan ahırlarınızdaki ineklerinizi satmanız atmanız hatta kesmeniz gerekebilir, çünkü yeni yerleşenler tezek kokusundan rahatsız olacaklardır. Camilerinizden yükselen sese laf edip, susturmaya çalışırlar."Efendim, gelmesinler o zaman" demeyin. Onlar gelirler, bozarlar, sonra doğal köylere yerleşmek üzere giderler. Onlar ki okumuş aydınlarımızdır. Son derece temiz sokaklarınıza önce çöp dökerler, sonra temizleme kampanyaları düzenlerler... Oldukça güvenli sokaklarınızda artık kızlarınız rahatça dolaşamazlar, temiz yaşantınız kalmaz.. "Efendim, olmaz böyle şeyler" demeyin. Olan yerleri görmüşüzdür.

Mehmet arkadaşımız bize hem Birgi'yi hemde dokumayla ilgili önemli konuları özenle anlattı, sorularımıza katlandı. O'nunla tanışmaktan büyük keyif aldık.





Sonbaharın renklerini beynimize, havasını içimize çekerek dolaştığımız Birgide bir gece konakladık. Sabah erken saatte güzel bir tur yaptık. Döndükten sonra konakladığımız pansiyonda bizi güzel bir kahvaltı bekliyordu. Ellerine sağlık Nezaket Teyze. Eğer yolunuz Birgi'ye düşerse kalabileceğiniz tek adres, Çınaraltı pansiyon olmalı, gerçi şu an sadecebir pansiyon var. Oldukça temiz ve doğal bu pansiyonu kime sorsanız gösterirler...


















Birgideki Çakırağa Konağı görülmeye değer...



















Eveeeeeeet. Gelelim asıl konumuza. Biz bu geziden döner dönmez başladık tezgah çalışmalarına. Tüm gün ve gece geç saatlere kadar süren, köcü ve taraklardan iplerin geçirilme işlemleri ile değişik dokuma çalışmaları ve yaklaşık on gün sürdü.


On gün sonunda Yaşar ipeği dokumaya başladı ve sonuçlandırdı. Hemen ertesi günü soluğu Ümmühan teyzemizin yanında aldık. Çünkü, sadece dokumak yetmez, pişirme işinide düzgün yapmak gerekiyordu. Hemen yaktık kazanı, sabun ince ince kıyıldı, odun külü katılarak su



















kaynatıldı. Ve dokunan ipek kumaş atıldı içine. Yarım saat kadar kaynatıldıktan sonra kurumaya bıraktığımız ipek, ayların uğraşısı, azmin göstergesiyle rüzgarda sallanıyordu. Biz ise bugünleri görmenin heyecanı ve mutluluğu içinde idik.

Pazar, Ekim 21, 2007

GARAVİLLA TARİFİ

Bugün sizlerle; Datça'ya özgü Garavilla yemeğinin yapılışını paylaşmak istiyoruz. Belli mi olur önümüzdeki 3-4 gün içinde yolunuz Datça'ya düşer ve belki tadına bakarsınız.





Dün Kaan "bu gece yağmur yağsada yarın garavilla yesek" deyince "aman" dedim " yapılışına eşlik edelim haber ver bize" Randımanlı yağışın ardından bugün topladığı garavillaları gösterdi bize.. Bizde kayıta başladık.



Garavilla, Datça halkının yüzyıllardan beri,
senede bir defada olsa, mutlaka yediği bir yemek...
Romatizmal ağrılara ve basura iyi geldiği söyleniyor...





Sol tarafta bize garavilla yemeğini hazırlayan Mehtap Abla, aslında garavilla yemiyor. Bizim ve oğlu Kaan'ın hatırını kıramayarak kolları sıvadı... Kaan garavillaya bayılıyor, yapılırken dayanamayıp haşlanmış yani yemek olmadan haliyle bile yedi.










YAPILIŞI
İlk yağmurdan sonra ot yemek üzere toprak üstüne çıkan Garavillalar tek tek toplanır. Sonra güzelce yıkanır. 8-9 defa haşlanıp suyu dökülür. Haşlanan garavillalar, biraz soğuduktan sonra tepe(kıç) kısımları ve çıkmışsa boynuzları bıçakla kesilir. Tepe kısımlarının kesilmesindeki amaç, içlerine suyun girerek daha iyi pişmeleri. Tam pişmemiş garavillanın pek güzel olmadığı söyleniyor...


İşlem tamamlandıktan sonra, tekrar yıkanarak, salça,soğan, domates,maydonoz ile birlikte, normal bir yemekmiş gibi pişirilir... :)

Biz bütün bunları yazarken, garavillar pişip geldi bile... Yerken ise; kabuğun geniş kısmından dudaklarınıza götürdüğünüz kabuğu "hüüüüp " diye çekmeniz gerekiyor.




Ve işte karşınızda garavilla yemeği... AFİYET OLSUN ! Ellerine sağlık Mehtap Abla...

Pazartesi, Ekim 08, 2007

Rabia teyzenin dilinden maniler

Önce başka bir konuya açıklık getirelim... Çalışmalarımızı takip edenler soruyorlar "İpler hazır, ne zaman ipek kumaş dokuyacak sınız? Haziran ayından bu yana yaz yoğunluğu nedeniyle askıya aldığımız ipek dokuma işini yapmak için bizde çok heyecan yaşıyoruz ama daha zamanı var... Evet bir süre daha zaman var.... İstesek şu anda da dokumak mümkün ama önemli olan dokuma yapmak değil, Datçalıların çeyizlerindeki kumaşı dokuyabilmek. 2006 yılının Kasım ayında başlattığımız "Datça'da İpekböcekçiliğini Canlandırma Projesi" ile ilgili çalışmalarımızı adım adım yürütmeyi daha doğru buluyoruz. Başarıya giden yolun hızlı olmadığını biliyoruz. Daha çok bilgiye sahip olmadan dokumayı yapmak sanırım pek acemice olur... Daha çok bilgi için ise araştırmalarımıza devam etmemiz gerekiyor.. Bu hemen olabilecek, basit bir iş değil...

Geçtiğimiz haftalarda, ipek dokuma zamanına kadar ki süreci değerlendirmek için Datçaya özgü "İram" denilen kilimleri dokumak için çözgü yapmıştık. 2006 senesinin Kasım ayında ilk kez dokuma işine başladığımızda bize çözgüleri öğreten, tezgahı ayağa kaldırmamızı sağlayan Rabia teyzemizin yardımıyla... O zaman çektiğimiz kamera görüntülerini siteye koymak istemiş, yapamamıştık... Artık bu mümkün olduğundan sizlerle paylaşabiliyoruz... Biz bu anlardan çok keyif almıştık. Çünkü Rabia teyze bir yandan köcülerin arasından ipliği geçirirken, bir yanda da bize eskiden söylenen manileri mırıldanıyordu.. İşte karşınızda Rabia teyze....

Cumartesi, Eylül 22, 2007

birbaratölyeyenasıldönüştürülür

Dönüşür efendim, işin içinde benim koca varsa bir bar herşey olur. Yaz yoğunluğunun azalmasıyla birlikte biz artık gerçekten çalışmaya başladık... Ben tezgahımın başında gümüş çalışmalarıma devam ederken, Yaşar ikinci düveni kurdu Antik Bar'a. Henüz ipek dokumaya başlamadığı için, o süreç başlayana kadar gene yöresel olan "iram" denilen kilimlerden dokumayı amaçlıyor. Tabii tezgah kurma işinin en önemli kısmını, çözgü hazırlama işini yapma aşamasına gelince bizim Rabia teyze yetişiverdi gene imdadımıza...




Perşembe, Eylül 13, 2007

vedalar düşündürürse...

o biiiiiir öğrenci, o biiiiiiiiiiiiiiiiiir çalışan, o biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir dayı, o biiiiiiiiiiiiiiiiiiiir gitarist, o biiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiir benim canım kuzenim... tatilini geçirmek için geldiği Datça'da ablasının mekanını şenlendirmek için elinden geleni yaptı, keyifli Antik gecelerine daha keyifli saatler yaşattı. Özlemişim hani gitar sesleri arasında gözlerim yıldızlarda, gönülden söylenen türküleri, özlemişim yorgun ama mutlu kamp gecelerini... Geçen haftayayı birlikte geçirdiğimiz canım yengemi ve kuzenimi uğurladık geçen dün.. Ondan önce, sayelerinde güzel bir yaz geçirdiğimiz Pire Niyazi'yi (lakap başkadır fakat bu yazılmıştır:) Ve dün Süper Habibe'yle bıcırıklarını...
Başka diyarlara, başka vedalarda yaşadık bu arada... Sönmeyen küller alev aldı, sevdiklerin acısıyla....

Çarşamba, Ağustos 15, 2007

Eski Datça Mahallemize yani köyümüze girdiğinizde bu manzara ile karşılaşırsanız sakın şaşırmayın... Korkacak bişi yok... Onlarda sizin , bizim gibiler... Onlar EDE'liler...

Pazartesi, Temmuz 23, 2007

Datça'da Zaman Gecesi


Geçtiğimiz Cuma akşamı, Nihat Amca ve dostları ile güzel bir akşam geçirdik. Bir türlü zamanında çıkamayarak kendi içinde kitap oluşturacak kadar hikayeler yaşanan
"Datça'da Zaman" isimli kitabının kutlama yemeği nedeniyle mekanımız şenlendi. "Bu yaştan sonra uğraşsam ne olacak ki" demeyerek azmiyle bizlere örnek olan Nihat amcamızı bir kez daha buradan tebrik ediyoruz...

Cumartesi, Temmuz 14, 2007

festival,vosvos,ben,datça



Bu sabah Birgün Gazetesinin ekini elime aldığımda gördüğüm ilanla" Şimdi İstanbul'da olmak vardı anasını satayım, gıcır gıcır vosvoslarla" şarkısı dolandı dilime... Eğer bu yazıyı şimdi okuyursanız, daha önce bu organizasyondan haberiniz olmamışsa, "bu saatten sonra gidilmez şimdi" diye düşünmeyin lütfen benim yerime gidin...



organizasyon detayları için ; http://www.vosfest.com/

Pazartesi, Temmuz 09, 2007



07/07/07 Cumartesi akşamı Eski Datça'ya yolu düşenler farklı bir şekilde karşılandı. Antik Cafe-Bar'dan gelen hoş bir müzik ile kulaklarının paslarını silme şansı yakaladılar. Tatil için burada bulunan Catherine Soroko'nun insanın ruhunu okşayan sesini duyarak Bar'ımıza gelenler ağaçların serinliğinde ve ortamın sakinliğinde keyifli dakikalar geçirdiler. Gecenin sonunda burada bulunan herkes, anılar bavuluna unutumayacakları bir çok malzeme koyarak ayrıldı. Bize ise ayrılır iken dudaklarındaki gülümseme kaldı.

Cuma, Temmuz 06, 2007

Gerçek Datça Öyküleri



Gerçekten gerçek öyküler bunlar. Biz biliyoruz
ne araştırmalardan geçtiğini.... Yaşları bir asra
yaklaşan insanların herbiriyle nasıl
teker teker konuşulduğunu, kayıtlar alındığını,
onların sonra nasıl itina ile dinlenip kağıda
aktarıldığını... Aslında kitaba giden yolculukta
kendi içinde bir kalın bir kitap yazılabilecek
macera taşıyor... 20 tane öyküden oluşan
Alan Yayıncılık tarafından basılan "Datça'da Zaman"
isimli kitabından bahsediyorum Nihat Amca'nın.
Okurken bitecek diye korkuyorum
ve devamını bekliyorum...
Datça'yı daha iyi tanımak isteyenlerin mutlaka
okuması gereken bir kitap bu. Tavsiye ederim.

Çarşamba, Temmuz 04, 2007

Nesin'in çocukları


Tatillerini Datça'da geçirmek üzere gelen Nesin'in çocukları ile beraberdik geçtiğimiz Pazar günü...

Eski Datça ziyaretlerinde , köyümüzün çocuklarının servis ettiği yemekte birlikte idik...

Daha sonra Ebru, Kuş Çiftliğini gösterdi arkadaşlarına.
Dört yaşından on altı yaşına kadar olan çocuklar ve gönüllü bakıcıları ile birlikte olmak bizim için çok keyifliydi...

Cumartesi, Haziran 30, 2007

Çatal Mağarada Resim Sergileri

3 Temmuz - 11 Temmuz tarihleri arasında Datça'da bulunacaksanız eğer; Lale Dimili'nin "Fırçamın Ucunda Kutsal Ağaçların İzinde " adlı resim sergisini,
13 Temmuz - 23 Temmuz tarihleri arasında bulunacaksanız Elif Çimen'in "Çizgi" adlı sergisini kaçırmayın derim....

Perşembe, Haziran 28, 2007

Boğalar bizden akıllı

Datça'da 6 yıldan beri her sene bu zamanlarda
Boğa Güreşi festivali yapılır. Farklı yerlerden
katılımın olduğu festivale bu sene ilk kez katıldım... Nedense geçen sene katılmak fikri pek hoşuma gitmemişti... İşin gerçeği kanlı bir festival olacağını düşünmüştüm. Halbuki ne kadar efendice güreşiyorlardı.. Geçtiğimiz haftasonu birazda mecburiyetten katılmış olsamda çok hoşuma gitti... Manilerin, atışmaların anlamlarını bilsem eminim daha keyifli olacaktı... Hoşuma giden bir başka nokta boğaların yenilgiyi kabul edişleri idi... Rakibine bir süre direnen, mücadele veren boğa yenileceğini anlayınca kaçıp gidiyor. (hatta bir keresinde kaçarken,neredeyse üzerimize çıkacaktı) Kazanmış olan boğa ise sahada, davul-zurna eşliğinde dolaştırılıyor, çevresinde sahipleri oyun oynuyor.
Yenilgiyi kabullenmek... İnsanoğlu'nun boğalardan da öğreneceği şeyler var. İyi ki bu festivale katılmışım...

Cumartesi, Haziran 16, 2007

Gökten üç elma düşmüş....


Kozadan çıkan kelebekler yumurtalarını bırakıp teker teker veda ediyorlar... Yumurtalar önce sarı renkli olup, birkaç gün sonra bize Bursa'dan geldiği gibi füme rengine dönüyor. Bu yumurtaları buzdolabında saklayıp seneye açtırmayı düşünüyoruz... İpek masalı şimdilik sona eriyor...
Masalın devamı seneye...

Salı, Haziran 12, 2007

Kızlan köyündeki ipekler...













Kızlan köyünde yaşayan Emriye teyzelerin evlerinde dün, tam olarak eski zaman manzaraları vardı. Gelinler, eltiler, torunlar, kardeşler biraraya gelip, gelep yaptılar.... Bu keyifli ortamı, katılamadığım için, göremediysem de yaşamış gibi hissediyorum...



Pazar, Haziran 10, 2007

Cumhuriyet Gazetesi Haberi



8 Haziran tarihli Cumhuriyet Gazetesi'nin Ege ekinde yer alan haber.

Cumartesi, Haziran 09, 2007

Özgürlük

Bu sabah atölyeye girdiğimde beni bir süpriz beklediğini bilmiyordum. Bizim kelebeklerden biri çıkmıştı kozasının içinden, kabuğunu geride bırakarak... Fotoğraflarda görüldüğü gibi o kadarda bembeyaz değil. Ama kaşları çatık gibi duruyor biraz ürkütücü... Enterasan olan uçamıyor. Şimdilik öyle duruyor.

Emriye teyzenin guşları



26 Mayısta öğrendiğimiz ve Nihat amcayla hemen makineleri kapıp fotoğraflarını çektiğimiz, fakat telaşımızdan yazmaya bir türlü fırsat bulamadığım guşlar bunlar... Emriye teyze'nin guşları. Emriye teyze Umman teyzenin kardeşi... Umman teyze bizim için koynuna tohum koyarken birazda ayrı istemişti... Meğer kardeşi içinmiş...Ne bilelim onları bizimkilerle birleştirdi sanmıştık. Oysa ki duyunca hevese gelmiş Emriye teyze, isteyivermiş kardeşinden... Bu guşlar, tam aslına uygun olarak evlerinin bir odasında büyütülüyorlar... Emriye teyze bu durumdan oldukça mutlu "seneye daha çok yapacağım" diyor. Bizimse bunu duymak bile gözlerimizi parıl parıl yapıyor...
Emriye teyzenin guşları bizimkiler gibi telaşlı değil aynı zamanda goyundan çıkmış olsalarda onlar daha yeni kozadan çıkacaklar... Aldığımız son habere göre Pazartesi günü onların gelebi varmış... Bizde Pazartesi günü orada olacağız yardım etmek için...



Pazartesi, Haziran 04, 2007

Gelep Şenliği

Saat daha sekiz bile olmamıştı. Geldiğimizde Umman teyze odun taşımakla meşguldü, bir önceki gün kenarları çamurla sıvanan kazanın altına... Heyecandan erkenden kalkıp gelen misafirlerimiz Neşe'nin dükkanında beklemekteydiler... Bizde heyecanlıydık... Nasıl olacaktı? Bizde gelep yapabilecek miydik? Hemen çocuk parkına çıktık... Ateş yakıldı, kozalar leğene alındı, hemen yanda işlem sırasında kullanılacak olan soğuk su kazanı dolduruldu... Yavaş yavaş diğer teyzelerde gelip, ateşin başında beklemeye koyuldular...





Suya ilk kozalar atıldığında ipliği yakalamak ustalık istermiş... Hayriye teyze bir dal parçası ile uç veren ipleri yakalayıp açılışı yaptı.














Hayriye teyzeden sonra Umman teyze geçti kazanın başına... Taki sonuna dek. Onca işinin arasında bütün gününü bize ayırmıştı. Tam 6 saat hiç kalkmadı başından. Gelep işi çok yorucu olduğundan sık sık değişti yapanlar ama ben Umman teyzeyi oyuna getirmeye çalışıp arasıra şansımı zorladıysamda kızgın bakışlarıyla aldırdı gelebi elimden. "Sen en son yaparsın, şimdi olmaz" deyip. Sırf düzgün olsun herşey diye. Oysa benim gözüm ne ipeği ne düzgünlüğünü görüyordu. İçinde olmak anlatılmaz bir duygu.










İlk gelep işini Emine teyze üstlendi...
İçlerindeki en genci olarak...
Öyle kolay iş değil gelep, bunu baştan belirtmeli...
İyi bir pazı ister; yürek ister..







Çocuk parkını sanki 20 sene öncesine taşımıştık... Eskiden parkta yapıldığından değil (zaten parkta yokmuş) en uygun yer olarak çocukların oyun alanlarını işgal ettik. Üzerinde bulunduğumuz mekan, eskiden papazın eviymiş. Eskiden herkes guş tuttuğu için hergün birisine gidilirmiş gelep yapmaya. Çoğu zaman geceyarılarını bulurmuş bitmesi. Hava karardığında ise gaz lambası yakılırmış. Bizimki o kadar uzun sürmedi tabi bu sene için...




Gelep nedir diyenlere... Bu iş için yapılmış, iki ucunda ipi sarmak için kolları olan tahtaya gelep deniyor. Kazandan gelen ipeği çile yapmak işine de.



Yandaki karede gelebi Fatma teyze yapıyor. Seksen yaşının üzerinde ama maşallahı var. Emine teyze dışında, başka kimse onun gibi hızlı ve düzgün yapamadı desem yeridir. Gelep hızlı yapılmalı, çünkü yavaş olursa iplik aynı kalınlıkta olmazmış.






İş geleple bitmiyor. Gelepten çıkan ipek, tek tek ayrılıyor.
Aralarda yapışmış olan fazlalıklar ayrılıyor. İşlemi bitmiş olan ilk gelebi alan Fatma teyze bu seferde hünerini bu işi bize öğreterek gösteriyor. Temizlenen çile duru suda çitilenmek suretiyle yıkanarak, güneşli bir yere asılıyor.... Bu işlemide Durkadın teyze üstlendi ve O da başından sonuna dek bize desteğini esirgemedi...


Yıkandıktan sonra kargıya asılarak kurutulan ilk ipek mahsullerimiz...