Pazar, Nisan 29, 2007

1,5 cm oldular bizim guşlar..

17 - 18 günlük bebeklerimiz, gav (deri) değiştirme dönemleri dışında bol bol taze dut yaprağı tüketerek yaşamlarına devam ediyorlar. Birkaç gün sonra kendi odalarında daha geniş mekana geçecekler...


Cumartesi, Nisan 28, 2007

AYNI SALKIMIN TANELERİ ÇANKAYA'YA ÇIKAMAZ

“VATANSEVERİM,
YURTSEVERİM,
MİLLİYETÇİYİM,
ULUSALCIYIM,
CUMHURİYETÇİYİM,
ANTİ-EMPERYALİSTİM;
TÜRKİYE’NİN BAĞIMSIZLIĞINDAN YANAYIM”
diyebilen tüm Datçalılarla bugün Cumhuriyat Meydanında idik...






Fotoğraflar : Banu ÖZÜMERZİFON

Cuma, Nisan 27, 2007

Strese, sıkıntı ve üzüntüye tek çare! Gerçek dostlar. KUŞLAR

İşte aynen böyle ifade ediyor Kemal amca bu hobisini... "Onlar hayatıma girdigireli ne stres ne sıkıntı kaldı" diyor ve ekliyor "herkese tavsiye ederim"
Tam 38 yıl önce tanışmış gerçek dostlarıyla... "Kuşlar dünyanın rengidir, onlar olmasaydı hayatım çok sıkıcı olurdu" diyor gözleri pırıl pırıl. Bırakıp gidemiyor onları, biliyor ki küçük kalpler O'nu bekleyecekler. Kuşların hissettiklerini o kadar iyi biliyor ki...



Şu an yüzü aşkın muhabbet kuşu var Kemal amca'nın. Herbiriyle ayrı ayrı ilgileniyor, özel yemlerinin dışında yumurta, yeşillik ile besliyor. Bir bebeğe gösterilen özeni, özveri ve sabrı gösterek büyüttüğü bazı dostlarıyla, çarkı döndürebilmek adına zaman zaman vedalaşıyor. Sonra yenileri ekleniyor hayatına... Geçtiğimiz günlerde bir sürü yavrusu oldu... Görüntü fazla net olmasa da yan taraftaki fotoğraf aileye yeni katılanları gösteriyor.


Eski Datça'nın taş sokaklarında dolaşırken, karşınıza Ebru Kuş Çiftliği tabelası çarparsa hiç şaşırmayın... Burası, kuşlara senelerini vermiş, bizim guşların manevi koruyucu babası Kemal amcamıza aittir. O'nun sevgisi ile yaşamakta olan birbirinden güzel kuşlara merhaba diyebilirsiniz...








Pazartesi, Nisan 23, 2007

23 NİSAN

İlk defa geçen sene bizim köy okulunun 23 Nisan eğlencesine katılmıştım. Eğlence bitince, öğretmene yardımcı olayım diye birşeyler taşıma işine girişince girmiş bulundum Eski Datça İlkokuluna. Ne gariptir ki kolay kolay ağlamayan ben, birkaç dakika içinde dökülen gözyaşlarımıa hakim olamamıştım. Farklı yaş gruplarına ait 14-15 çocuğun tek öğretmenden ve aynı sınıfta aldıkları eğitimime mi ağladım, birden kendimi Belgin Doruk mu sandımda rolüm gereğimi ağladım bilemiyorum... Bu sene girmedim içeri, hüzünlenmeye hiç niyetim yoktu...Gönül öğretmenin özverisiyle hazırlanan programı izledikten sonra döndüm sırtımı gittim.. Tıpkı bu okuldaki çocuklara sırtlarını dönenler gibi...

Pazar, Nisan 22, 2007

Köy Enstitüleri Eksikliğinin Farkında mısınız?


Uzun bir süredir düşünüyorum... Nasıl yazsam nasıl anlatsamda bugün yaşadığım duyguları aktarabilsem diye. Hangi sözden başlasam da Köy Enstitülerinin önemini vurgulasam. Ne yazık ki sık sık tanık olduğumuz boş insan kafilesinin nasıl bir eğitim al(ama)dıkları gerçeğini kibar dille anlatsam. Gözlerimizin önüne serilen eğitimsiz eğitimlilerin, en kötüsü yeni yetişen neslin boşluğunu ve buna neden olan eğitim sistemimize, köy enstitülerinin önemine değinsem... Bugün, Hayıtbükünde kuruluşunun 67. yıldönümü için yapılan kahvaltı organizasyonunda Datçalı Köy Enstitüsü mezunlarını tanıma şerefine eriştik. Aldıkları eğitimin kalitesini gördük, konuşmalarında, hayata bakışlarında... Köy Enstitüleri, 1940 yılında,Millî Eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel tarafından İsmail Hakkı Tonguç'un çabalarıyla öğretmen yetiştirmek düşüncesiyle kurulup, nasıl bir zihniyetse 1954 yılında kapatıldı. Ne ben ezberci eğitimin sonucunda, bilerek ve isteyerek oluşturulan bu boş toplumu anlatabileceğim, ne de öğretmenim diye ortada dolaşan ölüleri... Evet, karar verdim daha fazla birşey yazamayacağım. Sanrırım anlatamayacağım. En iyisi ben bugün birkez daha Köy Enstitülerinin önemini hatırlamama sebep olan Hayriye Öğretmene ve Nihat amcaya teşekkürlerimi sunarak, susayım...

Cumartesi, Nisan 21, 2007

EDGÖ'ye Ağır Darbe


Eski Datça'yı Güzelleştirme Örgütü adı altında birkaç kendini bilmezin, hücre evi olarak kullandığı mekana baskın düzenleyen güvenlik güçleri, örgütün beyin takımını kıskıvrak yakaladı. Örgütsel döküman ve ekipmanları ile yakalanan elemanların, birçok eylem planlarının olduğu ve "Pişman değiliz, hayata renk katmak adına bir sürü elektrik panosuna can vermek için desteklerinizi bekliyoruz" dediği öne sürüldü.



Örgütün ilk eylemlerine çocuklarıda alet ettiği ve bunları kayıt altına aldığı ve dahası bu yönde destek gördükleri ifade edildi.


Guşlar yeni evinde

İster beceriksizlik deyin, ister acemilik... Benim ve Neşe'nin koyunundaki böcekler uyanamadılar... Nedeni mechul. Uyanmalarına yakın üşütmüş olacabileceğimiz söyleniyor. Neyse ki Kemal Amca ve Umman Teyzede koymuşlardı koyunlarına, ilk deneme fiyasko olmadı... Onların uyandırdıkları guşlar hızla yemek yiyerek büyümekteler. Bugün hepsini bize teslim ettiler, ikinci yuvalarına yani Neşe'nin evine geçici süreliğine nakledildiler. Onlar için ayrılan odada şu an soba yakılarak üşümemeleri sağlanmakta ve taze dut yaprakları ile beslenmekteler... Şu an tek amacımız yaşayanları öldürmemek...

Pazartesi, Nisan 16, 2007

guşlar uyandı



Her ne kadar bu resimden fazla birşey belli olmasa da bu resim guşlarımızın uyandığının resmidir. Makasla kesilmiş taze dut yaprakları arasında görünen 3 mm boyunda siyah renkte kurtçuklar Kemal amcamızın goynundan çıkıp, yine onun elleriyle beslenmekteler. Onlar dönemin ilk yavruları, bizimkiler hala uyuyorlar. Umman teyzeninkilerde açıldı, Neşe ve ben yarından umutluyuz...

Salı, Nisan 10, 2007

İpekböceğinin Tarihçesi

Rivayete göre ; M.Ö. 2600 lerde hüküm süren Çin İmparatotu Hoang-Ti zamanında saray bahçesinde bir tırtılın dut yaprağı yediği ve sonra koza ördüğünü farketmiş. Bu durum üzerine imparator, bu kurdun hayatının incelenmesini emretmiş ve bu görevi eşi Kraliçe She-Ling-She'ye vermiştir. Kraliçe uzun zaman yaptığı tetkikler neticesinde bu kozadan ipek çekilebildiğini ve bunun da dokumacılıkta kullanılabileceğini tespit etmiştir. Bu nedenle ipekçilik tarihinde She-Ling-She ipek ilahesi olarak bilinmektedir.
Çin'de saygın bir uğraş olarak, yüzyıllar boyunca büyük gizlilik içinde yürütülen ipekböcekçiliği, ülkeye ün kazandırmış ve büyük bir gelir kapısı aralamıştır. Çin, bu değerli hazineyi kaybetmemek için yüzyıllar boyunca bir takım katı kurallar uygulamıştır. Öyle ki ; bu sanatın ülke dışına çıkmasına göz yuman ya da yardım edenler bir dönem ölümle cezalandırılmıştır. Ancak, M.S. 149 yılında Türkistan'da bulunan Hotan Eyaleti Hakanı'nın bir Çin Prensesi ile evlenmesi, ipekçiliğin Çin sınırları dışına taşmasına sebep olmuştur. Çin'de bir asalet nişanesi olarak bilinen ipeğin, Hotan'da bulunmaması nedeniyle prensese önceki ihtişamını devam ettiremeyeceği söylenir. Buna üzülen prenses ülkesine gittiğinde saçlarının arasına ipek tohumlarını saklayarak Hotan'a geçirir. Böylece ipek, ilk defa Çin sınırları dışına çıkar.
M.S. 300 dolaylarında önce Japonya'da, daha sonra da Hindistan'da ipekböceği yetiştirilmeye başlanır.
Bu sanat zaman içinde Asya'yı boydan boya aşıp Anadolu üzerinden Avrupa'ya uzanan, en önemli kervan yoluna "İpekyolu" adını vermiştir.
İpeğin Anadolu'ya gelişi Bizans İmparatoru Justinien (527-565) ile gerçekleşir. Bu dönemde Hint ve İranlı tüccarlar tarafından Batı'ya doğru yol alan ipek sayesinde Constantinopolis'te ileri düzeyde ipek dokumacılığı görülür. Bizanslılar'ın en güzel ipekleri burada dokunmaktadır. Ne var ki , bir zaman sonra, siyasi ve iktisadi sebeplerden dolayı kervanlarla Bizanslılar arasında çıkan bir anlaşmazlık neticesinde ipek artık Constantinoplois'e uğramaz olur. Bu sırada Justinien, ipeğin gerçek kimliğini araştırmak üzere iki rahibi, din kisvesi altında Çin'e gönderirr. İranlı ve Aynarozlu bu iki rahip, Constantinopolis'e kamış bastonlarının içine sakladıkları ipekböceği tohumları ile döneceklerdir. Böylelikle ipekböcekçiliği, Asya'dan Avrupa'ya intikal eder. İpekböcekçiliğinin Batı'ya doğru yayılmasıda Araplar'ın istila hareketleriyle Venedikliler ile Cenovalılar'ın bu alandaki ticari faaliyetlerinin büyük rolü olmuştur.

Türkiye'de ise ipek üretimine yaklaşık 1500 yıl önce başlanmıştır. Günümüz Türkiyesi’nde de önemli bir sanayi dalı olan ipekçiliği, Osmanlılar bir sanat haline getirmişler.
Yurdumuzda ipek denince akla ilk gelen yer Bursa. Yeşil Bursa’da ipek ve ipekböcekçiliği o kadar gelişmiş ki, adına han bile yapılmış. ‘Koza Han’ adı verilen bu hana eskiden ipekböceği yetiştiricileri gelip, ellerindeki sepetlerde bulunan ipek kozalarını tüccarlara satarlarmış. Koza Han’da bugün de ipekli ürünler satılıyor, ama bunlar artık fabrikalarda üretilen ipekler. Türkiye’de şu anda 40 bin aile ipekçilikle uğraşıyor. Bursa’da kurulan İpek Böceği Enstitüsü de aileleri ipekböceği yetiştiriciliği için teşvik ediyor.
Bizde Bursa Koza Birlikten temin ettiğimiz böcekleri en iyi şekilde yetiştirmeye çalışarak Eski Datça'daki bu sanatı tekrar hayata geçirmek istiyoruz... Koynumuzdaki tohumlar hala uyuyorlar... Birkaç güne kadar açılmalarını bekliyoruz... Tabii bu arada malikaneleri hazır.
NOT : Yukarıdaki bilgiler Skylife dergisinden ve Motif Handicraft sitesinden alınmıştır...

Pazartesi, Nisan 09, 2007

heyecansız tadı çıkmaz

Dün gece koynumda guşlar, uyku tutmadı gözümü. Sanki birkaç saat içinde uyanabileceklermiş gibi kımıl kımıl hissettim :)
Eh! heyecansız işin tadı olurmu, aklımda bir sürü soru ve düşünce ile uykuya dalıp gitmişim bir süre sonra... Etrafımda dönen kadınlarla açtım gözümü. Ayin gibiydi, dillerinde ise ;
"Goynumuzda guşlar
Meraklı bakışlar
Biz bu işe girdik
Haydi uyanın kuşlar" manisi hiç düşmüyordu... Sonra ne oldu hatırlamayorum aklımda kalan net olarak bu mani oldu... Sabah Yaşar'a anlatıyorum "Mani yazmaya başladın, tamam sen Datçalı olmuşsun" diyor rüyamdaki uyduruk maniye bakıp.

Oysa ki Datçalıların manileri özünde; hep bir anlam ve ince espriler mevcut... Kimi sevdasını, kimi kızgınlığını, kimi isteğini anlatmış manilerle.. Ama hikayelerini bilmek gerekiyor... Herşey gibi, bu alışkanlıkta yitip gitmiş... Nihat amca'nın araştırmaları sonucu dokuma ile ilgili yazılmış olan aşağıdaki mani'nin 1940'lı yıllarda yazılmış olduğu düşünülüyor..
"Düvende bez dokumam
Evde fazla otumam
Beyhude mektup yazma
Ben Latince okumam"

Not : Düven = dokuma tezgahı

Pazar, Nisan 08, 2007

Guşlar goyunlara girdi

Bugün büyük gün... Bugün heyecanlı bir gün... Geçtiğimiz hafta elimize ulaşan ve buzdolabında beklemeye alınan tohumların bugün goyunlara girme günü. Umman teyzemiz sağolsun bizi bu konuda yalnız bırakmadı, her ihtimale karşın (biz beceremezsek diye) O'da ipekböceği tohumlarını uyandırmak için goynuna koydu. Bunu gören Kemal amcamız "Bende deneyeceğim" dedi O'da aldı... Neşe ve ben de bu akşam itibari ile goyduk tohumları goyunlarımıza... Guş tutma projesi böylelikle hayata geçti. Bakalım neler olacak? Bizi izlemeye devam edin...

Cuma, Nisan 06, 2007

Doğa ile içiçe olmak ne güzel...


Arada İstanbul ve İzmir seferlerimiz nedeniyle bu zamanlara kalan bahçe tamizliğimiz nihayet tamamlandı... Artık keyifli sohbetlerimize yeni uyanan doğanın öncüleri çalışkan karıncalar ve rengarenk çiçeklerimiz arasında devam ediyoruz...

Datça Nazarlıkları



Adı her ne kadar nazarlık olsada bence ondan öte çok hoş bir duvar süsü... Sevgili Emel Ablamızın maharetli ellerinden çıkan bu nazırlıklar, tatil dönüşü sizlere Datçayı hatırlatmanın yanı sıra (ki Datçayı hatırlamak için daha çok nedeniniz olacak) güzel bir aksesuar olarak evinizi süsleyebilir... Datça'lıların hayatlarında değişik kullanım alanlarıyla karşımıza çıkan kargı(evlerin tavan döşemesi, dokuma tezgahlarında kullanılan mekik ve dokuma tarağı, ip sarmak için kullanılan gülence vb.) nazarlıklarda da karşımıza çıkıyor.


İster kargılı, ister kargısız Datça nazarlıklarını Eski Datça'da bulmanız mümkün...

Salı, Nisan 03, 2007

küçük kızın dilinden

Hep hayal kurardı küçük kız... Öyle büyük hayalleri yoktu aslında, kendi gibi küçücüktü... En büyük hayali hep mutlu olmaktı, çevresindeki tüm insanlarla birlikte. Bilemezdi ki daha o yaşta daima mutlu olunmayacağını, mutsuz olmadan mutluluğun anlaşılamayacağını... Sevdikleri hep yanında olsun isterdi, bilemezdi teker teker yitirilebileceğini sevdiklerini... O'nsuz yapamam dediklerini yitirince "O'nsuz" yapılabileceğini...
2004 yılının 16 Mart'ında yatırıldığında hastahaneden yürüyerek çıkacağını düşündü taki 18. günün öğle saatlerine kadar O'nun... Çocuk umudunu, yitirmese de en sevdiği varlıklardan biri hayata veda etmişti... Küçük kız zor toparlansa da, tıpkı babaannesinin istediği gibi, mutlu, hür ve dürüstçe yaşamaya devam ediyor bu hayatı. O'nun nasihatleri ve yaşam felsefesiyle...


Ayrılığımızın 3. yılında sevgi
ve kocaman bir özlemle anıyorum
seni canım babaanneciğim...

küçük kız.